Benim çocukluk anılarımda sokak oyunları, mahalle arkadaşları pek yer almamıştır.
Hatırladığım ilk arkadaşlarım babamın eczanesine yaz aylarında “eti senin kemiği benim”
mantığı ile, hayat tecrübesi edinmesi için yollanan bir düzine çocuk ve onlarla sabahın
altısında banko üstünde yenilen kavun, karpuz, örgü peynir, “açık ekmek” kahvaltıları,
öğlen ekmek fırınından gelen güveç ve pideler olmuştur.
Eczaneye gitmediğim zamanlarda da vaktimi evdeki kadınların yemek uğraşlarını
izleyerek geçirirdim. Evdeki kadınlar dediğimde, yanlış anlaşılmasın, büyük anneler,
halalar, teyzeler, annem ve arkadaşlarıyla eve yemek pişirmeye gelen Ermeni teyzeden
oluşan hanımları kastediyorum. Onların her birinin yemekle ilgili anılarıma katkısı olmuştur.
Evdeki anılar içinde en unutamadıklarımın başında evin en serin noktası olan
merdiven altına kurulan hamur tahtası ve kocaman bir leğenin başında babaannemin
saatlerce içli köfte yapması yer alır.
Babaannem içli köfteleri hazırlarken, Ermeni teyze de, boyundan büyük yufkaları
önce açıp haşlar, daha sonrada bahçede mangalda pişirmek için saatlerce kocaman bir tepsi
ile boğuşurdu. Boğuşurdu diyorum, zira koca bir tepsi su böreğini saatlerce
çevire çevire ve sonra da ters yüz ederek ağır ağır mangalda pişirirdi. İçli köfte, su böreği,
kaburga dolması, sütlü nuriye ve diğer birçok lezzetimizin en iyilerini sayelerinde
daha ilkokul yıllarında tatmıştım.
Babamın kasap, manav, pazar alışverişleri de hafızamda hiç unutamadığım
anlardandır. İyi bir yemeğin püf noktasının iyi malzeme olduğunu o yıllarda
babamdan öğrenmiştim.
İlkokulu bitirip, ortaokul için anneannemin yanına İstanbul'a geldiğimde, Diyarbakır yemeklerine
mola vermiştim ama anneannemin yemekleri de onları aratmıyordu. O güne kadar hiç
tatmadığım zeytinyağlılar ve İstanbul yemekleri. Arnavut ciğeri ve yassı kadayıf o
yıllardan unutamadığım tatların başında gelir.
Hiç unutamadığım yemek anıları arasında babamın can dostu sevgili İbrahim amca
ve onun kebap dersleri ayrı bir yer işgal eder. Gaziantep kökeninin verdiği doğal
yeteneği ile her hafta sonu gittiğimiz pikniklerde hiç yorulmadan arkadaş çocuklarına
kebap işlerinin püf noktalarını öğretirdi.
Daha sonra, Fransız okulunda okumanın verdiği ukalalık ile Fransız yemeklerine
duyulan merak, derken diğer dünya mutfakları vesaire…
Beni yakından tanıyan dostlarımın, "Kısa kes ! Biz seni biliriz" dediğini
duyar gibiyim. Aslında yemeğe bu denli merakım olmasaydı çevremin bütün bu
uğraşılarına duyarsız kalıp, izlemeyebilirdim de.
İşte, çocukluk yıllarında başlayan bu oburluk deneyimlerime halen devam etmekteyim. İstanbul'un ve
memleketimin hızla değişen farklı yerlerini görüyor, değişik lezzetleri tadıp tanımaya
çalışıyorum. Bu deneyimlerin bir kısmını da sizlerle paylaşmaktan çok zevk alıyorum.
Bundan böyle, bugüne kadar bölük pörçük sosyal medyada paylaştığım notlara kendi sayfamda
daha düzenli yer vermek istiyorum. Umarım sıkılmadan izlersiniz.
Yolunuz düştüğünde bu notların sizlere de küçük bir katkısı olursa ne mutlu bana.